E-ISSN: 2148-4570 ISSN: 2148-4570
ANKARA MEDICAL JOURNAL - Ankara Med J: 20 (1)
Cilt: 20  Sayı: 1 - 2020
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Suriyeli mültecilerde HPV insidansı ve servikal smear sonuçlarının değerlendirilmesi
Evaluation of HPV incidence and cervical smear results in Syrian refugees
Murat Alan, Muhammet Ali Oruç, Nisel Yılmaz, Hakkı Aytaç, Muzaffer Sancı, Yasemin Alan
doi: 10.5505/amj.2020.52296  Sayfalar 1 - 10
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı, jinekoloji onkoloji polikliniğine başvuran Suriyeli kadınlarda HPV oranını saptamak, servikal patolojileri tespit etmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Jinekoloji Onkoloji Polikliniği’ne Ocak 2014 ile Eylül 2018 tarihleri arasında başvuran 659 Suriyeli göçmen hasta çalışmaya dahil edildi. Gebe olanlar, histerektomi operasyonu geçirenler, HPV aşı öyküsü olanlar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların demografik verileri [yaş, sosyoekonomik düzey, eğitim durumu, sigara alışkanlığı, parite, ilk ilişki yaşı, vücut kitle indeksi (BMI)] ve klinik bilgileri (servikal smear, HPV genotip ve servikal biyopsi sonuçları) değerlendirildi. Verilerin istatistiksel analizleri yapıldı. İstatistiki anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi.
BULGULAR: Çalışma süresi boyunca, kliniğimize çalışma kritelerimizi sağlayan toplam 659 Suriyeli kadın hasta başvurdu. Çalışmaya alınan Suriyeli göçmen hastaların yaş ortalamaları 25,13±4,20, %23,60’sının 18 yaş öncesi evlendikleri, %73,50’si lise ve üzeri öğrenim düzeyinde olduğu tespit edildi. Suriyeli göçmen kadınların (35/659) %5,30’unde HPV DNA pozitifliğine rastlandı. Çalışmamızda HPV 16 (8/35) %22,80; HPV 18 (6/35) %17,60; diğer yüksek riskli HPV tipleri %59,60 oranında görüldü. Hastaların (643/659) %97,60’ınde smear sonucu normal; (9/659) %1,40’ında ASCUS; (2/659) %0,30’unda ASCH; (4/659) %0,60’ında LSIL; (1/659) %0,10’unda HSIL mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Suriyeli hastalarda bulunan HPV oranları ülkemizdeki kadınlara benzer orandaydı ve en sık bulunan tipler HPV 16 ve 18 dışındaki tiplerdi. Ülkemizde, Suriyeli göçmen kadınların daha uzun sürede kalacakları düşünüldüğünde zaten büyük sıkıntılar çeken bu hastalara daha etkin servikal kanser tarama programları yapılması ve aşılama hakkındaki bilgi eksikliklerini giderilmesi gerekmektedir.

2. 
Dijital Teknoloji Maruziyeti Çocukların Uyku Süresini Etkiler mi?
Does Digital Technology Exposure Affect Children's Sleep Duration?
Zeynal Yasacı, Rustem Mustafaoglu
doi: 10.5505/amj.2020.04880  Sayfalar 11 - 22
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı Alfa kuşağı çocuklarda dijital teknoloji ekran maruziyeti süresi ile uyku süresi arasındaki ilişkiyi incelemektir. Hipotezimiz, daha fazla ekran maruziyeti süresi ve yatak odasında dijital teknoloji bulunduran çocuklarda, uyku süresinin olumsuz etkileneceğidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 1-96 ay yaş arasında çocuğu olan toplam 128 ebeveyn dahil edildi. Araştırmacılar tarafından hazırlanan ve demografik bilgiler, teknolojik cihaz kullanımı, yatak odasında teknolojik cihaz varlığı ve uyku ile ilgili davranışları sorgulayan yarı yapılandırılmış değerlendirme formu kullanıldı.
BULGULAR: Çocukların yatak odasında bulunan teknolojik cihazların dağılımının sırasıyla; %46 televizyon, %28,5 cep telefonu, %11,2 bilgisayar ve %14,3 tablet olduğu görüldü. 25-48 ay yaşındaki çocuklarında teknolojik cihaz kullanımının veya maruziyetinin en yüksek (157,3 dakika) olduğu bulundu. Çocukların ekran kullanımı/maruziyeti süresi ile uyku süresi arasındaki ilişkiyi incelediğimizde toplam ekran süresi ile toplam uyku süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu saptandı (p=0,0001). Yatmadan önce ekran süresi ile uykuya dalış süresi ve toplam uyku süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocukların yatak odasında en sık bulunan teknolojik cihazın televizyon olduğu ve uyku süresinin en az olduğu grubun 25-48 ay arası çocuklar olduğu ve uyumadan önce en fazla teknolojik cihaz etkisi altında kalan çocukların 1-48 ay arası çocuklar olduğu görüldü. Çocuklarda ekran maruziyet süresindeki artışın uyku sürelerinde azalmayla ilişkili olduğu, fakat yatak odasında teknolojik cihaz bulundurmayla uyku süresinin etkilenmediği görüldü.

3. 
Meme Kanseri Tanısı Almış Kadınlarda Sosyodemografik Veriler, Meme Yoğunluğu, Menopoz Varlığı ile Hematolojik ve Histopatolojik Bulguların Değerlendirilmesi
Evaluation of Sociodemographic Data, Breast Density, Presence of Menopause and Hematological and Histopathological Findings in Women Diagnosed with Breast Cancer
Özlem Ünal, Birol Korukluoğlu
doi: 10.5505/amj.2020.97658  Sayfalar 23 - 34
GİRİŞ ve AMAÇ: Meme kanseri, kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve kansere bağlı ölümlerin %15’ini oluşturur. Meme kanser gelişiminin en güçlü risk faktörlerinden biri meme yoğunluğunun fazla olmasının yanı sıra yaş, doğum, emzirme, hormon replasman tedavisi gibi faktörler de kanser gelişimini etkilemektedir. Bu çalışmada meme kanseri tanısı almış kadınlarda sosyodemografik veriler, meme yoğunluğu, menopoz varlığı, hematolojik ve histopatolojik bulguların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Meme Ünitesi birimine yönlendirilen ve mamografi tetkiki yapılan hastalardan, tetkik sonrasında kanser şüphesi nedeniyle tru-cut biyopsisi yapılan ve kanser tanısı alan 154 hastanın tetkik, ameliyat ve histopatolojik sonuçları retrospektif olarak incelendi. 140 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, eğitim ve medeni durumu, ilk adet yaşı, ilk gebelik yaşı, gebelik sayısı, ilk doğum yaşı, hormon replasman tedavisi görüp görmediği ve mamografi raporlarından da BI-RADS sınıflama sonucu ile meme yoğunluğu kaydedildi. Histopatoloji raporundan tümör çapı, derecesi, lenf nodu metastaz varlığı ve lenfovasküler invazyon olup olmadığı elde edildikten sonra TNM (tümör-lenf nodu-metastaz) sınıflamasına göre gruplara ayrıldı. Hastaların kan sayımı değerlerinden nötrofil lökosit/lenfosit oranı ve trombosit/lenfosit oranları hesaplandı.
BULGULAR: Meme kanseri tanısı alan 140 hastanın 32’si premenopozal, 108’i postmenopozal idi. Premenopozal hastaların vücut kitle indeksi (VKİ) ortalaması 26,53±3,05 kg/m2 iken, postmenopozal hastaların VKİ’nin 29,63±5,60 kg/m2 olduğu ve bu hastaların VKİ’sinin premenopozal hastalarınkinden istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek olduğu görüldü (p<0,001). Meme kanserli hastaların yaş ile vücut kitle indeksi artarken mamografide meme yoğunluğunun azaldığı saptandı (p<0,001, p=0,013 sırasıyla). İlk gebelik ve ilk doğum yaşının ileri olduğu hastalarda mamografik meme yoğunluğunun arttığı tespit edildi (p<0,001). Postmenopozal hastaların mamografi raporlamasında BI-RADS 5 ve 6 premenopozal hastalardan daha sıklıkla rapor edildi (p=0,03). Hematolojik parametrelerden premenopozal hastaların kan sayımındaki trombosit sayısı ortalaması 257,38±65,70 (bin) iken postmenopozal hastaların trombosit sayısı ortalaması 293,31±75,02 (bin) olarak saptandı. Trombosit sayısı/lenfosit sayısı oranının ortalaması premenopozal hastalarda 131,31±33,76 iken postmenopozal hastalarda bu oranın ortalamasının 161,11±59,26 olduğu görüldü. Postmenopozal hastaların trombosit sayısı ve trombosit/lenfosit oranı istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksekti (sırasıyla p=0,011 ve p<0,001). Nötrofil ve lenfosit sayısında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, bu çalışma meme yoğunluğu fazla olan postmenopozal hastalarda trombosit/lenfosit oranı yüksek ise aile hekimleri ve klinisyenler açısından bu durumun kötü bir prognostik faktör olarak değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Hastalar değerlendirilirken meme yoğunluğu, menopoz varlığı ve sosyo-demografik veriler de ayrıca göz önünde bulundurulmalıdır.

4. 
Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Sağlık Personellerinde Son 5 Yıllık Kesici Delici Alet Yaralanmalarının Değerlendirilmesi
An Assessment Of Incidents From Needle Stick And Sharp Objects Injuries Among Healthcare Staff In The Last 5 Years Of A University Hospital
Mehmet Kayhan, Musa Kaya
doi: 10.5505/amj.2020.59455  Sayfalar 35 - 46
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık çalışanları mesleksel maruziyetleri nedeniyle kesici delici alet yaralanmaları açısından önemli bir risk grubundadır. Bu çalışmada Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde son 5 yıl içerisinde görülen kesici delici alet yaralanmalarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014-2019 yılları arasında Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde meydana gelen 58 delici kesici alet yaralanması retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: : Çalışmaya katılan 58 katılımcıdan 42'si (%72,4) kadın 16'sı (%27,6) erkektir. Katılımcıların mesleklerine bakıldığında en sık yaralanmanın %65,5 olarak hemşirelerde olduğu tespit edilmiştir. Yaralanmaların %84,5'i iğne batması şeklinde gerçekleşmiş, yaralanan vücut bölgesi %53,4 ile sağ el %46,6 ile sol el olarak belirlenmiştir. Kesici delici alet yaralanması yaşayan katılımcıların %93,1'inde koruyucu ekipman bulundurmaktadır. Yıllara göre dağılımında 2018 ve 2019 yıllarında bildirimlerin en fazla olduğu; kesici delici alet yaralanması ile karşılaşan personelin %53,4 ünün mesleki deneyiminin 0-1 yıl olduğu saptanmıştır. Kesici delici aletle yaralanma sonrası doğru hareket sergilemenin kadın cinsiyette ve artan eğitim düzeyiyle istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda en sık yaralanmanın hemşirelerde ve iğne batması şeklinde olduğu bulgumuz literatürle uyumludur. Kesici ve delici alet yaralanmalarını önlemenin ilk yolu konu hakkındaki bildirimlerin iyi takibi ve etkin çalışan güvenliği politikalarının geliştirilmesidir. Ayrıca üniversal önlemlerin alınması, eğitimlerin düzenli aralıklarla verilmesi, personel iş yükünün azaltılması, güvenli ve kullanışlı malzeme temini, yaralanmaları önleyecek öneriler olabilir.

5. 
Karbonmonoksit Zehirlenmesinde Thiol Disulfid Homeostazisi ve Nötrofil Lenfosit Oranı Değerlendirilmesi
Evaluation of Thiol Disulphide Homeostasis and Neutrophile Lymphocyte Ratio in Carbon Monoxide Intoxication
Fatih Tanrıverdi, Yucel Yuzbasioglu, Fadime Güllü Ercan Haydar, Servan Gökhan, Ayhan Özhasenekler, Çağdaş Yıldırım, Fatih Ahmet Kahraman, Funda Eren
doi: 10.5505/amj.2020.71542  Sayfalar 47 - 56
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı acil servise karbon monoksit zehirlenmesi nedeniyle başvuran hastalarda oksidatif stres markerlarından olan thiol/disülfit homeostazis parametreleri ile Nötrofil-Lenfosit (NLO) beraber kullanımının tanı açısından yararlı olup olmadığını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma 01.01.2014 ile 01.03.2015 tarihleri arasında acil servise başvuran ve çalışmaya alınan 45 hasta ve kontrol grubu olarak belirlenen 40 sağlıklı kişi ile prospektif olarak yapıldı. Erel ve Neşelioğlu tarafından yeni geliştirilen bir metot ile oksidatif stres markerı olan thiol/disülfit homeostazis parametreleri (Thiol, disülfit, disülfit/native thiol, disülfit/total thiol, native thiol/total thiol) ile NLO hasta ve kontrol grubunda çalışıldı.
BULGULAR: Karbonmonoksit zehirlenmesi olanlarda kontrol grubuna göre, NT, TT, index 3 ve NLO oranlarında anlamlı farklılık tespit edildi. NT, TT ve index 3 hasta grubunda daha düşük, NLO ortalama değerleri daha yüksek bulundu (sırasıyla p =0,005; < 0,001; < 0,032 ve < 0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: NLO ile thiol/disülfit homeostasis parametrelerinin karbonmonoksit zehirlenmesi tanısında beraber kullanılması bu hastalarda tanının konulması açısından faydalıdır.

6. 
Öğretilebilir Zihinsel Engelli Kız Ergenlere Verilen Menstruasyon Hijyen Eğitiminin Etkinliğinin Belirlenmesi
Determination of The Efficiency of Menstruation Hygiene Training Given to Trainable Intellectual Disability Adolescent Girls
Ilknur Münevver Gönenç, Nazan Çakırer Çalbayram, Sebahat Altundağ, Ömür Aktaş
doi: 10.5505/amj.2020.01643  Sayfalar 57 - 68
GİRİŞ ve AMAÇ: Öğretilebilir zihinsel engelli kız ergenlere verilen menstruasyon hijyen eğitiminin etkinliğinin değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma pre-post test yarı deneysel çalışma olarak yürütüldü. Araştırma Ankara il merkezinde bir Özel Eğitim İş Uygulama Merkezinde (Okulu) bulunan öğretilebilir zihinsel engelli ergen (ÖZEE) kız öğrencilerle yapıldı. Çalışma 25 ÖZEE ile tamamlandı. Verileri “tanıtıcı bilgi formu” ve “menstruasyon beceri değerlendirme formu” aracılığıyla toplandı. Araştırmacılar tarafından katılımcılara hijyenik ped değiştirme becerisi kazandırmak için eğitim verildi. Eğitim öncesi ve sonrası kız öğrencilerin ped değiştirme becerileri izlendi. İzlemler eğitimden bir ay sonra ve altı ay sonra yapıldı. Veriler bilgisayar ortamında değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışma kapsamındaki ÖZEE yaş ortalamalarının 16,56±1,00 (14-18), hepsinin adet gördüğü (25 kişi), adet olma durumlarının normal döngüde olduğu belirlendi. Eğitim öncesi ped değiştirme becerisi ortanca puanı 16,00 (Min: 0- Maks: 36), eğitim sonrası birinci izlemde 36,00 (Min: 22- Maks: 36), ikinci izlemde 36,00 (Min: 24- Maks: 36) olup fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: ÖZEE’lere hemşireler tarafından video ve oyuncak bebek kullanılarak verilen eğitimin, zihinsel engelli adölesanların ped değiştirme becerilerini kazandırmada etkili bir yöntem olduğunu ortaya koymuştur.

7. 
Çocuk İşçiliği Eğitim Modülünün Sivil Toplum Örgütlerinin Çocuk Hakları Tutumuna Etkisinin Belirlenmesi
Defining the Effect of Child Labour Training Module on NGO’s Attitudes Towards Child Rights
Emel Demir, Erhan Yengil
doi: 10.5505/amj.2020.79058  Sayfalar 69 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuk işçiliği çocuk hakları boyutuyla disiplinler arası çalışılması gereken bir konudur. Sivil toplum örgütlerinin Çocuk hakları konusunda eğitimi, çocuk işçiliğindeki çocukların hak kaybı ya da hakların korunması yönünde sivil toplum liderlerine önemli sorumluluk vermektedir. Araştırma sivil toplum örgütü liderlerinin çocuk hakları konusunda bilgi düzeyinin eğitim ile değişimini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın tipi deneyseldir. Araştırma 2018 yılı Mart- Haziran ayları arasında 4 ayda, pilot olarak seçilen 4 ilde (Adana, Mersin, Ordu, Manisa) yapılmış, araştırmaya 123 kişi katılmıştır. Bu araştırma, Türkiye Esnaf Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) ve Mustafa Kemal Üniversitesi işbirliği ile UNICEF projesi kapsamında desteklenmiştir. Araştırma için liderlere, çocuk hakları ve çocuk işçiliği konusunda 4 saatlik bir eğitim verilmiştir. Bu eğitim öncesi ve sonrasında liderlere çocuk işçiliği anket formu ve çocuk hakları tutum Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma izni MKÜ Etik kurulundan alınmıştır. Veriler SPSS 22 de analiz edilmiş, dağılım yönünden Kolmogorov-Smirnow testi ile incelenmiş sonrasında ise gruplar arası Mann-Whitney U testi / Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Eğitim öncesi ve sonrası için ise Wilcoxon testi ile değerlendirilmiş olup, p>0.05 anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Araştırma sonuçlarına göre sivil toplum liderlerinin çocuk hakları ölçeği puan ortalaması eğitim öncesi ön-test 97.52±10.95, eğitim sonrası son-test 99.02±10.71 olarak bulunmuştur. Çocuk haklarına yönelik eğitim öncesi ve sonrası değerler istatiksel olarak anlamlıdır (p=0.01). Eğitimin, liderlerin cinsiyeti (E/K), iş pozisyonu (Başkan/Çalışan), iş yılı tecrübesi (0-11 yıl), yaş değişkenlerine göre etkisi istatiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Fakat eğitim, liderlerin eğitim durumu ve çalışmanın yapıldığı illere göre istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuk hakları bilgi düzeyi, sivil toplum örgütleri liderlerinin eğitim ile yükseltilebilir. Eğitimler pilot çalışmalara göre, bölgesel sonuçlar dikkate alınarak artırılmalıdır.

8. 
Primipar Emzirme Motivasyon Ölçeği'nin Türkçe'ye Uyarlanması: Geçerlik-Güvenilirlik Çalışması
The Prımıpar Breastfeedıng Motıvatıon Scale The Turkısh Adaptatıon: Valıdıty-Relıabılıty Study
İmran Akçay, Meltem Demirgöz Bal
doi: 10.5505/amj.2020.41275  Sayfalar 79 - 89
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Primipar Emzirme Motivasyon Ölçeği (PEMÖ)'nin geçerlik ve güvenirliğini Türk kültürü içinde incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma Aralık 2017 ve Aralık 2018 tarihleri arasında İstanbul ili Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran ve doğum sonu 6. ayında olan primipar 400 kadın ile yapılan metodolojik bir çalışmadır. Çalışma verileri, “Veri Toplama Formu” ve “Primipar Emzirme Motivasyon Ölçeği” nin Türkçe versiyonu kullanılarak elde edildi. PEMÖ ölçümleri geçerlik ve güvenirlik analizleri yapılarak test edilmiştir. Verilerin geçerlik analizi; kapsam geçerlik indeksi, açımlayıcı faktör analizi, doğrulayıcı faktör analiziyle, güvenirlik analizi; pearson momentler çarpımı korelasyonu ve Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı ile yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde sayı/yüzde, bağımlı ve bağımsız gruplarda t testi, korelasyon analizi, Cronbach α analizi, açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi kullanıldı. Dört alt boyutu olan ölçekte puanlar arttıkça motivasyonun arttığı anlaşılmaktadır.
BULGULAR: PEMÖ, primiparlarda doğum sonu emzirme motivasyon düzeyini değerlendirmek için geliştirilmiş 37 maddelik bir ölçektir. Ölçeğin zamana göre değişmezliğini değerlendirmek için iki hafta aralıklarla test-tekrar test ölçüm yapıldı. Bunun sonucunda puan ortalamaları arasında fark bulunmamıştır (p=0,435). Ölçeğinin güvenirliğini belirlemek için yapılmış olan iç tutarlılığı analizinde güvenirlik katsayısı emzirmeye verilen değer boyutu için α=0,884, öz-etkililik boyutu için α= 0,825, ebe desteği boyutu için α= 0,686, başarı beklentisi boyutu için α=0,873 olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PEMÖ, Türkçe versiyonunun annelerin emzirme motivasyonunu belirlemede geçerli ve güvenilir bir araç olduğu belirlenmiştir.

9. 
Tıp Fakültesi Öğrencilerinde Depresyon, Anksiyete ve Stres Düzeyi ile İlişkili Faktörler
Factors Associated with Depression, Anxiety and Stress Levels among Medical Students
Naime Meriç Konar
doi: 10.5505/amj.2020.35761  Sayfalar 90 - 104
GİRİŞ ve AMAÇ: Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin yoğun tıp eğitimi ve diğer kişisel faktörler nedeniyle depresif, kaygılı ve stresli olduğu gözlenmektedir. Bu çalışmada Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin 1.Kurul Sınavı öncesi ve sonrasında depresyon, anksiyete ve stres prevalansları ve bu düzeylere etki eden faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ekim 2018 - Kasım 2018 tarihleri arasında 1.Kurul Sınavı öncesi ve sonrasında gerçekleştirilen bu çalışmada 42 soruluk Depresyon, Anksiyete ve Stres ölçeği ve akademi, sağlık ve sosyoekonomik bilgileri içeren soruların bulunduğu Genel Bilgi Formu kullanılmıştır.
BULGULAR: Totalde, sınav öncesi depresyon, anksiyete ve stres prevalansları sırasıyla %34,04, %48,94, %32,62; sınav sorası ise %43,71, %49,67 ve %37,09’dur. İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da sınav öncesinde ve sonrasında en yüksek depresyon (p=0,228 and p=0,512), anksiyete (p=0,428 and p=0,083) ve stres puanları (p=0,125 and p=0,853) Dönem 2 öğrencilerine aittir. Genel olarak, puanlara göre erkek öğrenciler, kız öğrencilere göre daha depresif (p=0,044 and p=0,018), kaygılı (p=0,392 and p=0,209) ve stresli (p=0,736 and p=0,977) bulunmuştur. Hem sınav öncesi, hem de sınav sonrası depresyon, anksiyete ve stres düzeyleri sağlıkla ilgili risk faktörleri ile ilişkili bulunmuş, sosyoekonomik risk faktörlerinin ise çoğunlukla stres düzeyleri ile ilişkili olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sınav öncesi ve sınav sonrası kaygı prevalansı yüksek bulunmuştur. Sınav sonrası depresyon, anksiyete ve stres prevalanslarının arttığı belirlenmiş, bu nedenle tıp eğitimi alan öğrenciler için akademik ve sosyal destek sistemlerinin oluşturulması önerilmiştir.

10. 
Emzirme destek merkezi başvurularının değerlendirilmesi
Evaluation of breastfeeding support center applications
Şenay Koçakoğlu, Dursun Çadirci
doi: 10.5505/amj.2020.97759  Sayfalar 105 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Anne sütü ile beslenme, bebek beslenmesinin en ideal yoludur. Bu araştırma ile emzirme destek merkezimize ait mevcut verileri ve annelerin emzirme tutumlarını irdelenmeyi amaçladık. Bu çalışmanın emzirme desteğine katkı sağlama yönünde ileri araştırmalara olanak sağlayacağı inancındayız.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif tipte planlanan bu aaraştırmada emzirme destek merkezimize başvuran, 50 anne ile bebekleri yer aldı. Araştırma verileri anne ve bebek için hazırlanan veri toplama formu ile elde edildi. Toplanan veriler SPSS 18 paket programı kullanılarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen annelerin yaş ortalaması 28 ± 6,23 olup, 16-40 yaşları arasında dağılım göstermekteydi. Gebelik sayıları 3,71± 2,59 (min: 1- maks: 12) idi. Kadınların %32’sinin 4 ve üzeri sayıda yaşayan çocuğu vardı. Ortalama düşük sayısı 1,90 (min: 1- maks: 8) idi. Normal yolla doğum oranı 1,86±1,05 olup sezaryen şeklinde doğum oranından (0,21 ± 1,05) yüksekti. Bebeklerin %60’ı erkek, %40’ı kızdı. Ortalama bebek yaşı 2,83 ± 3,38 hafta (min: 0- maks: 16) hafta idi. Emzirilerek beslenen bebeklerin oranı %20 olup, %62’si ise anne sütüne ek olarak biberonla formül mama takviyesi almaktaydı. Hastanemizden taburculuk sonrası çalışmaya dahil edilen bebeklerin hastaneye yatış sebepleri; %42 alt solunum yolları enfeksiyonu (%20 pnömoni, %22 bronşit), %24 erken doğum, %8 yenidoğan sarılığı, %8 üriner enfeksiyon, %2 anomali idi. Bebeklerin ortalama hastanede kalış süreleri 16,5 gündü. Annelerin %96’sının sütü vardı. Test tartısında bebeklerin emerek anneden sağdıkları süt miktarı ortalama 20ml idi. Ayaktan başvuruların en sık sebebi; annenin sütünün yetmediği endişesiydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anne sütü ile beslenmenin önemi bilinen bir gerçektir. Ek gıdalara ve emzirmenin dışındaki yöntemlere erken ve gereksiz başlanmasının önüne geçilmelidir. Yenidoğan bebeklerin hastanede yatırılarak tedavi edilmesi gibi sebeplerle annelerinden ayrı kalması, annenin emzirme davranışını olumsuz yönde etkilemektedir. Uzun ve zorlu bir süreç olan emzirme döneminde annelerin emzirme destek eğitimine ihtiyaç duyduğu gözlenmiştir. Emzirmenin etkin şekilde başlatılması ve sürdürülmesi konusunda iyileştirici düzenlemelere ihtiyaç vardır.

11. 
Erişkin Toplumda Gelişen Pnömoni Olgularında Komorbiditelerin Değerlendirilmesi
Evaluation of Comorbidities in Adult Patients with Community-Acquired Pneumonia
Ebru Sengul Parlak, Aysegül Karalezli
doi: 10.5505/amj.2020.78736  Sayfalar 116 - 122
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı toplum kökenli pnömoni nedeni ile (TGP) hastanede yatan olgularda komorbiditeleri değerlendirmek ve literatür ışığında incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya dahil edilen 142 hastanın yaş ortalaması 59,68±20,35 (min 18-maks 95). Olguların 54’ü (%38) kadın, 88’i (%62) erkekti. 80’inde (%56,30) eşlik eden komorbidite mevcuttu. En sık komorbid durumlar sırasıyla; kardiyovaskuler hastalıklar (%41,50), diabetes mellitus (%23,90) kronik akciğer hastalıklarıydı (%19). Bu çalışmaya dahil edilen olguların 71’i (%50) 65 yaş ve üzerindeydi. 65 yaş üstü ve altı olgular komorbiditeler açısından değerlendirildi. ≥65 yaş üstü olgularda beklenildiği gibi komorbiditelerin daha fazla olduğu görüldü (p=0,001). Özellikle kardiyovaskuler hastalıklar ve diabetes mellitus açısından anlamlı farklılık saptandı (sırasıyla; p=0,001, p=0,049). Yaş ile komorbidite arasında pozitif korelasyon olduğu görüldü (sırasıyla; p=0,001, r=0,512).
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 142 hastanın yaş ortalaması 59,68±20,35 (min 18-max 95). Olguların 54’ü (%38) kadın, 88’i (%62) erkekti. 80’inde (%56,30) eşlik eden komorbidite mevcuttu. En sık komordid durumlar sırasıyla; kardiyovaskuler hastalıklar (%41,50), diyabetes mellitus (%23,90) kronik akciğer hastalıklarıydı (%19). Bu çalışmaya dahil edilen olguların 71’i (%50) 65 yaş ve üzerindeydi. 65 yaş üstü ve altı olgular komorbiditeler açısından değerlendirildi. ≥65 yaş üstü olgularda beklenildiği gibi komorbiditelerin daha fazla olduğu görüldü (p=0,001). Özellikle kardiyovaskuler hastalıklar ve diyabetes mellitus açısından anlamlı farklılık saptandı (sırasıyla; p=0,001, p=0,049). Yaş ile komobidite arasında pozitif korelasyon olduğu görüldü (sırasıyla; p=0,001, r=0,512).
TARTIŞMA ve SONUÇ: TGP’de komorbiditeler hastalığın ağırlığının belirlenmesi ve tedavi kararında oldukça önemlidir. Özellikle yaşlı nüfusun arttığı günümüzde komorbid durumlar hastaların çoğunda eşlik etmektedir. Bu çalışmada TGP nedeni ile yatış yapılan olguların yarısı 65 yaş ve üzerinde olduğu görüldü. Bu olgularda koruyucu sağlık hizmetleri, özellikle nörolojik hastalığı olanlarda yutma fonksiyonun değerlendirilmesi ve aşılama önemlidir. Zamanında önlemlerin alınması yaşlı nüfusun daha konforlu olarak yaşamına olanak sağlayacaktır ve sağlık maliyetlerini azaltacaktır. Ülkemizde geriatrik merkezlerin sayısının artırılması faydalı olacaktır.

12. 
Kırsalda İlçe Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne Başvuran 65 Yaş Üstü Hastalarda Polifarmasi Prevelansı ve Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi
Investigation of Polypharmacy Prevalence and Affecting Factors in Patients Over 65 Years Presenting to Family Medicine Polyclinic of Rural District Hospital
Muhammet Kızmaz, Burcu Kumtepe Kurt, Nisa Çetin Kargin, Ezgi Döner
doi: 10.5505/amj.2020.46548  Sayfalar 123 - 134
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı 65 yaş üstü kadın ve erkek hastalarda polifarmasi prevalansını belirlemek ve sosyodemografik özelliklerle ilişkisini araştırmaktır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma Gemerek Devlet Hastanesi Aile hekimliği polikliniklerine başvuran 65 yaş ve üstü hastalarda yüz yüze anket uygulanarak 01.05.2019-01.08.2019 tarihleri arasında yapılan kesitsel tanımlayıcı bir araştırmadır. Litaratür taraması yapıldıktan sonra araştırmacılar tarafından oluşturulan anket araştırmacılar tarafından uygulanmıştır.

BULGULAR: Bu çalışmada yaş ortalaması 71.20±6.60 (min: 65 max: 95) olan 358 katımlıcı yer almaktadır. Katılımların %55,30’u (n: 198) kadın, %44,70’i erkektir. Polifarmasi prevelansı %38,78 olarak bulunmuştur. Kadınlar arasında polifarmasi sıklığı (%44,42) erkeklere göre (%31,89) istatistiksel olarak anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur (p=0,010). En az bir kronik hastalığı olanlarda polifarmasi prevelansı (%53,64) kronik hastalığı olmayanlara (%5,48) göre anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur (p<0,001). Kadınların % 9,09’u herhangi bir ilaç kullanmazken erkeklerin %24,37’si herhangi bir ilaç kullanmamaktaydı (p<0,001). Polifarmasi sıklığı medeni durum, gelir düzeyi, eğitim seviyesi, yaşadığı yer, alkol veya sigara kullanımı gibi özelliklerden etkilenmemektedir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın temel sonuçları polifarmasinin geriatrik nufusda yaygın olduğu, kadınlarda polifarmasinin daha fazla oranda görüldüğü ve en az bir kronik hastalık varlığının polifarmasi üzerinde önemli bir risk faktörü olduğudur.

13. 
İrritabl Bağırsak Sendromu Hastalarının İlaç Dışı Yöntemleri Kullanma Durumlarının İncelenmesi
Examination of Nonpharmacological Method Uses of Patients with Irritable Bowel Syndrome
Ümit Aktaş, Emine Kiyak
doi: 10.5505/amj.2020.35403  Sayfalar 135 - 143
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma irritabl bağırsak sendromu olan hastaların ilaç dışı yöntemleri kullanma durumlarının incelenmesi amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı olarak yapılan bu araştırmaya, Ağrı Devlet Hastanesi dahiliye polikliniğine Ocak-Haziran 2017 tarihleri arasında gelen 344 irritabl bağırsak sendromu hastası alındı. Verilerin toplanmasında soru formu kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde standart sapma, ortalama, yüzde, minimum ve maksimum değerleri kullanıldı.
BULGULAR: Araştırmaya katılan hastaların %10,80’inin ilaç dışı yöntemleri kullandığı belirlendi. İlaç dışı yöntem kullanan hastaların %70,24’ünün bitkisel yöntemleri kullandığı tespit edildi. Bitkisel yöntem kullanan hastaların %18,91’inin karışık bitki, %16,21’inin papatya, %2,70’inin kayısı, %5,40’ının yeşil, %2,70’inin rezene ve %2,70’inin nane çayı içtiği, %10,81’inin kayısı, %8,10’unun sebze ve meyve yediği, %2,70’inin keten tohumunu yoğurtla birlikte yediği saptandı. Hastaların %13,51’inin masaj, %10,80’inin egzersiz, %8,10’unun sıcak uygulama ve %5,40’ının el işi yaptığı belirlendi. Hastaların %2,70’inin müzik dinlediği ve %2,70’inin bol su içtiği belirlendi. Hastaların %64,90’ının ilaç dışı yöntemle birlikte ilaçlarını da kullandığı tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İrritabl Bağırsak Sendromu hastalarının ilaç dışı yöntemleri kullanma oranlarının düşük olduğu, en çok bitkisel yöntemlerin kullanıldığı ayrıca hastaların masaj, egzersiz, sıcak uygulama ve el işi yaptığı, müzik dinlediği ve bol su içtiği belirlendi. İlaç dışı yöntem kullanan hastaların tamamı, kullandıkları yöntemlerin şikayetleri üzerinde olumlu etki gösterdiğini belirttiler. İBS hastalarının kullandıkları ilaç dışı yöntemlerin etkilerinin, yan etkilerinin ve muhtemel ilaç etkileşimlerinin araştırılması önerilmektedir.

14. 
Türkiye’deki Aile Hekimlerinin Spirometri ve Peak-Flow Metre Kullanma Durumları: Tanımlayıcı Bir Araştırma
The Spirometry and The Peak-flow Meter Usage Status of Turkish Family Physicians: A Descriptive Study
Hatice Küçükceran, Ezgi Agadayı, Hülya Vatansev, İrfan Şencan
doi: 10.5505/amj.2020.76768  Sayfalar 144 - 152
GİRİŞ ve AMAÇ: Solunum fonksiyon testleri, aile hekimliği pratiğinde gerekli ve uygulanabilir bir yöntemdir. Bu çalışmadaki amacımız, Türkiye'de aile hekimleri tarafından spirometre veya peak-flow metre cihazlarının kullanım oranlarını ve kullanımlarında etkili olan faktörleri belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı çalışmamıza, Türkiye'deki aile hekimliği sisteminde görev alan hekimler dahil edildi. Hekimlere e-posta yolu ile anketler gönderildi. Geri dönüşlere göre iki aylık bir sürede (Mayıs 2018-Temmuz 2018) yeterli örneklem sayısına (N=380) ulaşıldığında çalışma sonlandırıldı.
BULGULAR: Hekimlerin %81,50 (n=310)'sinde peakflow metre,%15,50 (n=59)'sında spirometre vardı. Hekimleri %11 (n=42)'inde ise her iki cihaz da mevcut değildi. Hekimlerin %66,30 (n=252)’u spirometre ya da peak-flow metre kullanmadığını belirtirken %6.60'ı (n=25) peak-flow metre kullandığını, %3.7 (n=14)'si spirometre kullandığını belirtti. Mevcut cihazları kullanmama sebepleri sorulduğunda; en sık sebep aile hekimliği uygulamasında testlerin etkin olmadığını düşünmeleri, ikinci en sık sebep ise nasıl kullanılacağının bilinmemesi idi. Hekimlerin %79,7 (n = 303)'sinin spirometre ve peak-flow metre hakkında bir kursa katılmak istediği tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aile hekimliğinde bulundurulması zorunlu olan peak-flow metre veya spirometre cihazlarının kullanım oranlarının çok düşük olduğu tespit edildi. Birinci basamakta daha iyi bir hizmet verebilmek için hem tıp fakültesinde hem de mezuniyet sonrası bu konu ile ilgili eğitimlere daha çok ihtiyaç vardır.


15. 
Bir Türk üniversitesindeki tıp ve fen-edebiyat fakülteleri öğretim üyeleri ve öğrencilerinin güneşten korunma ve cilt kanserine karşı tutumları
Attitudes towards sun protection and skin cancer among faculty members and students of medicine and of arts/sciences at a Turkish university
Coşkun Öztekin, Aynure Öztekin, Engin Senel
doi: 10.5505/amj.2020.82653  Sayfalar 153 - 169
GİRİŞ ve AMAÇ: Güneşten korunma uygulamaları hakkında halkın bilgisi ve tutumu, cilt kanserinden ve güneşe maruz kalmanın diğer zararlı etkilerinden korunmada önemli faktörlerdir. Topluma tıbbi bilgi vermeleri ve halk sağlığı politikalarını şekillendirmeleri sebebiyle tıp öğrencilerinin ya da eğitimcilerin farkındalık seviyeleri de önemlidir. Bu çalışmanın amacı, bir Türk üniversitesindeki tıp ve fen-edebiyat fakülteleri öğretim üyeleri ve öğrencilerinin güneş ışığına maruz kalmanın ve güneşten korunmanın etkilerine yönelik bilgi ve tutumlarını ortaya koymaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu tanımlayıcı enine kesitsel çalışma, Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tıp Fakültesi ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu öğrencilerine ve öğretim üyelerine 37 maddelik bir anket uygulayarak gerçekleştirildi. Sorular, katılımcıların güneşe maruz kalma ve güneşten korumanın etkileriyle ilgili bilgi düzeylerini, bu konularla ilgili bilgi kaynaklarını ve çevresel faktörlerle ilgili davranışlarını değerlendirmeye yönelik olarak formüle edildi. Yanıtlar uygun araç ve yöntemlerle istatistiksel analizlere tabi tutuldu.
BULGULAR: Çalışmaya, yaş ortalaması 26,0 ± 9,2 yıl olan 217 katılımcı katıldı, bunların 145’i (%66,8) öğrenci ve 72’si (%33,2) öğretim üyesiydi. Katılımcıların 118'i (%55,1) kadın, 151'i (%69,6) tıp alanındaydı. Katılımcıların büyük çoğunluğu (n =204, %94) güneş kremi kullanıyordu ve en sık olarak SPF> 30 olan güneş kremi kullanılmaktaydı (%44). Güneşten koruyucu alırken marka (%45,2) ve yüksek SPF (%46,2) en çok göz önünde bulundurulan faktörlerdi. Katılımcıların cinsiyet, unvan ve çalışma alanına göre karşılaştırılması, güneş ışığına maruz kalma ve güneşten korunma ile ilgili bilgi ve uygulamalarda gruplar arası bazı farklılıklar olduğunu göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tıbbi alandaki öğrenciler ve öğretim üyeleri, tıbbi olmayan alanlardan olanlara kıyasla güneşe maruz kalma ve güneşten korunma ile ilgili konularda genel olarak daha yüksek bilgi düzeyine sahip olsalar da, tıp öğrencileri ve öğretim üyeleri arasında bile güneşe maruz kalma ile ilişkili risklerin ciddiyeti hakkında hala önemli bir bilgi eksikliği bulunmaktadır. Halkın bilinçlendirilmesinde kullanılan yöntemler ve medya kanalları, hedef kitlelerin demografik özelliklerine göre uyarlanmalıdır. Bu çalışmanın hedef popülasyonundaki genel tabloyu ortaya koyabilmek için, daha kapsamlı ve organize veri toplama araçları ve daha çeşitli kurumlardan geniş bir örneklemle yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.

16. 
Tip 2 Diabetes Mellitusta Cinsiyetlere Göre Hipotiroidi ile Vücut Yağ Kitlesi ve Metabolik Parametreler İlişkisi
The Relationship Between Hypothyroidism and Body Fat Mass and Metabolic Parameters by Gender in Patients with Type 2 Diabetes Mellitus
Emrah Tekin, Sabah Tüzün, Hüseyin Çetin, Engin Ersin Şimşek
doi: 10.5505/amj.2020.35492  Sayfalar 170 - 179
GİRİŞ ve AMAÇ: Tiroid hormonu vücut metabolizmasının düzenlenmesinde önemli rol oynamakta ve tiroid bezi disfonksiyonu diabetes mellitus (DM) olan bireylerde sık gözlenmektedir. Bu çalışmada DM hastalarında hipotiroidi ile vücut yağ kitlesi ve metabolik parametreler arasındaki ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya hastanemiz Diyabet Ünitesi’ne Aralık 2017-Mayıs 2018 tarihleri arasında başvuran, 18 yaş ve üzeri DM hastaları kabul edilmiştir. Tüm katılımcıların dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Tüm katılımcılar hipotiroidi varlığına göre iki gruba ayrılmıştır. Tüm katılımcıların biyoempedans analiz yöntemi ile vücut yağ kitlesi ölçümleri olarak vücut kitle indeksi (VKİ), toplam ekstremite yağ kitlesi (TEYK), toplam yağ kitlesi (TYK), gövde yağ kitlesi (GYK) ve vücut yağ yüzdesi (VYY) ölçülmüştür. Ayrıca katılımcıların metabolik parametrelerinden HbA1c, trigliserid, LDL-kolesterol, HDL-kolesterol ve C-peptit düzeyleri de değerlendirilmiştir. Hipotiroidi tedavisindeki hedef TSH düzeyleri genç ve orta yaşlı bireylerde 0.4-2.5 mU/mL, 65-80 yaş arası bireylerde 3-6 mU/mL ve 80 yaş üzeri bireylerde ≤10 mU/mL olarak belirlenmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 620 DM hastası dahil edilmiş ve katılımcıların 141 (%22.74)’de hipotiroidi bulunmuştur. Hipotiroidi olan katılımcıların 55 (%39.01)’de de tiroid regülasyonu saptanmıştır. Hipotirodi olan kadınlarda VKİ 35.18±6.03 kg/m2 iken, olmayanlarda 33.79±6.19 kg/m2 olarak saptanmıştır (p=0.035). Erkeklerde ise hipotirodi olanlarda VKİ 30.58±3.85 kg/m2 ve olmayanlarda 30.75±4.80 kg/m2 olarak gözlenmiştir (p=0.865). Hipotiroidi olan kadınlarda HbA1c %7.51±1.91; olmayanlarda %8.12±2.02 olarak saptanmıştır (p=0.004). Bununla beraber tiroid regülasyonu olan kadınlarda HbA1c %6.73±1.21 ve olmayanlarda %7.95±2.10 olarak tespit edilmiştir (p=0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hipotiroidi olan kadınlarda VKİ ve toplam ekstremite yağ kitlesi anlamlı yüksek iken, erkeklerde benzer farklılık saptanmamıştır. Ayrıca hipotiroidi olmayan kadınlarda HbA1c yüksek saptanmakla beraber, tiroid regülasyonu olanlarda HbA1c düşük bulunmuştur. Bununla beraber erkeklerde ise, hipotiroidi varlığı ve tiroid regülasyonu açısından HbA1c düzeyinde fark tespit edilmemiştir.

17. 
Annelerin Çocukluk Çağı Aşıları Hakkındaki Bilgi, Davranış ve Tutumları ve Aşı Reddi Nedenleri: Nitel ve Nicel Bir Araştırma
Knowledge,Behavior and Attitude of Mother’s about Childhood Immunization and Reasons of Vaccination Rejection and Hesitancy: A Study of Mixt Methodology
Semra Çıklar, Pınar Döner Güner
doi: 10.5505/amj.2020.80148  Sayfalar 180 - 195
GİRİŞ ve AMAÇ: Annelerin çocukluk çağı aşı bilgi düzeyleri, tutumları ve çocuklarının aşılanma durumları ile bunları etkileyen faktörlerin tespit edilmesi, bağışıklama hizmetlerine karşı bakış açıları ve aşı yaptırma konusundaki çekincelerinin tespit edilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tanımlayıcı ve kalitatif tasarıma sahip olan bu çalışma Ağustos 2018 –Mayıs 2019 tarihleri arasında Hatay ili merkez ilçelerine bağlı 4 ASM’ye herhangi bir nedenle başvuran 350 anne ile gerçekleştirildi. 350 anneye çocukluk çağı aşıları hakkında bilgi, tutum ve davranışlarını sorgulayan anket uygulandı. Anketler bireylere çalışma ile ilgili bilgi verildikten ve katılımcılardan onam alındıktan sonra yüz yüze görüşme yöntemi ile dolduruldu. Anketi tamamlayan 350 anneden rastgele seçilen 30 anneye yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme formu uygulandı. Görüşmelerin tümü onay alındıktan sonra ses kayıt cihazıyla kaydedildi. Çalışmanın kesitsel aşamasında analiz için SPSS paket programı kullanıldı ve p<0,05 anlamlı olarak kabul edildi. Kalitatif aşamada verilerin değerlendirilmesinde içerik analizi yöntemi kullanıldı. Cümlelerden çıkabilecek kodlar oluşturuldu. Oluşan kodlardan sonra tematik kodlamaya geçildi uygun temalar çıkarıldı. Ardından tüm görüşme verileri kodlanıp ve yorumlanarak rapor haline getirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 350 anne katılmıştır. Çalışma kapsamına alınan annelerin %31,71’i (n: 111) 30-39 yaş aralığında, %73,43’ünün (n: 257) ev hanımı ve %30,29’unun (n: 106) ilkokul mezunu olduğu saptandı. Annelerin %60,57’si (n: 212) ücretli aşılar hakkında bilgi eksikliğinin olduğunu ifade etti. En sık bilinen ve yaptırılan ücretli aşılar grip (%33,33, n: 46) ve rota (%24,64, n: 34) aşısıydı. Annelerin ulusal aşı takviminde en sık bilgi sahibi olduğu aşılar sırasıyla KKK (%14,83), suçiçeği (%14,53) ve tetanoz (%13,92) aşısıydı. Görüşmelerin analizine göre katılımcılar çocukları için aşıların gerekli olduğunu ancak aşı içeriğinin ve aşıların saklama koşullarına dikkat edilmesi gerektiğini vurguladılar.

TARTIŞMA ve SONUÇ:
Annelerin önemli bir kısmının aşılar hakkında bilgi eksikliğinin olduğunu görüldü. Aşılar konusunda anneler en çok aşı içeriği ve aşıların saklama koşulları konusunda kaygılıydı. Sağlık çalışanları tarafından doğru ve uygun bilgilendirmenin yapılması kişilerin sahip olduğu eksik ya da yanlış bilgilerin giderilmesi için önemlidir.

18. 
Üçüncü basamak sağlık çalışanlarında mesleksel rinit ve astım sorgulaması
Ocupational asthma and rhinitis among health care workers in tertiary health care centers
Adile Berna Dursun, Funda Aksu, Hülya Bayiz, Kurtuluş Aksu
doi: 10.5505/amj.2020.26214  Sayfalar 196 - 204
GİRİŞ ve AMAÇ: Mesleksel astım ve rinit tanısında ilk basamak semptomların doğası ve işyeri ile ilişkisi ve özel mesleksel maruziyetlerin sorgulandığı ayrıntılı öyküdür. Çalışmanın amacı sağlık çalışanlarında meslek astımı ve/veya meslek rinit ile ilişkili semptomların sıklığının araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Üçüncü basamak sağlık hizmeti veren merkezlerde bakteriyoloji, biyokimya/hematoloji ve patoloji laboratuvarları ile ağız ve diş sağlığı merkezi çalışanlarına açık uçlu anket yöntemi ile mesleki astım ve rinit ile ilişkili şikayetleri ve şikayetlerin işyeri ile ilişkisi sorgulandı.
BULGULAR: Değerlendirilen toplam 230 olgunun (165 kadın ve 65 erkek) ortalama yaşı 34,39 ± 0,51, ortalama çalışma süresi 10,13 ± 0,49 yıldı. İşyeri ile ilişkili semptom tanımlayan olgu sayısı 172 (%74,78) olarak bulundu; bu kişiler ortalama 4,92 ± 0,42 yıldır işyerinde semptomlarının olduğunu belirtti. Patoloji bölümünde çalışanların tümünde, ağız ve diş sağlığı çalışanlarının büyük çoğunluğunda (%92,19), bakteriyoloji (%72,92), biyokimya/hematoloji laboratuvarı (%50,63) çalışanlarının ise yarıdan çoğunda semptom vardı. Sorgulanan semptomlar içinde en sık nazal ve oküler yakınmalar iken diğer yakınmalar solunumsal, konstitüsyonel ve dermatolojikti. Semptomların belirli maddeyle ilişkisi olduğunu %54,65 olgu tarifleyebiliyordu. Olguların %88,37’si semptomlarının işe geldiği günlerde daha kötü olduğunu; %50,58’i hafta sonuna doğru şiddetlendiğini; %20,93’ü hafta sonu tatilinde ve %8,14’ü uzun süreli tatillerde devam ettiğini belirtti. Semptom varlığına rağmen ileri tetkik yapılmasını olguların sadece %55,81’i kabul edebileceğini bildirdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Üçüncü basamak sağlık hizmeti veren merkezlerde çalışanların büyük bölümünde işyeri ortamı ile ilişkili birden fazla sistemi ilgilendiren semptomların varlığı görüldü. Buna karşın bireylerin bu konuyu yeterince önemsemedikleri ve ileri araştırma istemedikleri görüldü. Sağlık çalışanlarının da işyeri sağlığı konusunda bilgilendirilmeleri ve uygun işyeri şartlarının sağlanması gereklidir.

19. 
Sağlık hizmetlerinde hizmet kullanım tarafının en önemli bileşeni: sağlık okuryazarlığı
The Most Important Component of Service Use in Health Care: Health Literacy
Ayşegül Koç, Esra Tayaz, Neşe Uysal, Dilek Öztaş
doi: 10.5505/amj.2020.21033  Sayfalar 205 - 213
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık okuryazarlığı bireylerin uygun ve doğru sağlık kararları verebilmesi için gerekli olan sağlık bilgilerini ve hizmetlerini anlama ve işleme kapasitesinin derecesidir. Bu araştırma sağlık bilimleri fakültesi hemşirelik bölümünde okuyan öğrencilerin sağlık okuryazarlık düzeylerinin ve sağlık sorumluluklarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemini çalışmayı kabul eden 406 üniversite öğrencisi oluşturmuştur. Veri toplama araçları olarak anket formu, sağlıkta yetişkin okuryazarlığının hızlı değerlendirilmesi formu ve sağlığı geliştirici yaşam biçimi davranışları ölçeği kullanılmıştır. Değerlendirme için ortalama ve yüzdeliklerden yararlanılmıştır.
BULGULAR: Öğrencilerin %75’i sağlık kuruluşlarındaki evraklarda yazılan tıbbi terimleri çoğunlukla anladığını belirtmiştir. Sağlık okuryazarlığı değerlendirme formu ortalama puanı 63,60±0,90’dır. Sağlık okuryazarlığı testi sonuçlarına göre öğrencilerin %92,90’ının 61-66 puan alarak yeterli düzeyde sağlık okuryazarlığına sahip olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin sağlık sorumluluğu ortalama puanları 23,80±5,38’dir ve öğrencilerin en düşük katılım gösterdiği madde “sağlığımı ilgilendiren konularda yapılan eğitim toplantılarına katılırım (X=2,22±0,08)”, en yüksek katılım gösterdiği madde ise “doktora ya da bir sağlık görevlisine, vücudumdaki olağan dışı belirti ve bulguları anlatırım” (X=3,06±0,08) maddesidir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmadan elde edilen sonuçlar doğrultusunda hemşirelik bölümü öğrencilerinin temel düzey sağlık okuryazarlıklarının iyi olduğu saptanmıştır. Çalışmanın hemşirelik bölümü dışında öğrencilerde uygulanması, sağlık sorumluluğu yönünden farkındalık yaratılması ve sağlık okuryazarlığı kavramının sağlık eğitimine entegrasyonu önerilmektedir.

20. 
İnme Geçiren Bireylerin Hastalıkla Başa Çıkma Tutumlarının Yaşam Kalitesine Etkisi
The Effect of The Coping Attitudes of People with Stroke on Quality of Life
Duygu Kes
doi: 10.5505/amj.2020.38268  Sayfalar 214 - 223
GİRİŞ ve AMAÇ: İnme geçiren bireylerin hastalıkla başa çıkma tutumlarının yaşam kalitesi üzerine olan etkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı türdeki bu çalışmanın örneklemini Ekim 2018- Haziran 2019 tarihlerinde inme sonrası kontrolleri için bir devlet ve bir eğitim araştırma hastanesinin nöroloji ve fizik tedavi polikliniğine gelen 360 birey oluşturdu. Verilerin toplanmasında sosyodemografik özellikler için oluşturulan anket formu, İnmeye Özgü Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği kullanıldı. İstatistiksel analizde SPSS 25.0 programı kullanıldı. Hastalıkla başa çıkma tutumlarının yaşam kalitesi üzerine olan etkisinin belirlenmesinde binary lojistik regresyon analizi kullanıldı. P<0,05 ve p<0,001 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Hastalıkla baş etme tutumlarından olan aktif başa çıkma (OR: 1,31 [95% CI 1,094–1,579]; p<0,05), geri durma (OR: 1,173 [1,022–1,347]; p<0,05), mizah (OR: 1,143 [1,023–1,276]; p<0,05) ve alkol/madde kullanımı (OR: 1,128 [1,008–1,262]; p<0,05)yaşam kalitesi üzerinde anlamlı prediktörler olduğu bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aktif başa çıkma, geri durma, mizaç ve alkol/sigara kullanımı yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etki eden faktörlör olup; bu faktörleri inmeli bireylerin yaşamında ne zaman ve ne sıklıkla kullandığı dikkatlice irdelenmeli ve hastanın başa çıkma tutumlarını ve yaşam kalitesini artıracak eğitim ve multidisipliner ekibin yer aldığı inme rehabilitasyon programlarının geliştirilmesi önerilmektedir.

21. 
Nörofibromatozis Tip 1’de Klinik ve Radyolojik Bulgular: Tek Merkez Deneyimi
Clinical and Radiological Features of Neurofibromatosis type 1: Single center's experience
Sonay Incesoy Ozdemir, Aysegul Nese Citak Kurt, Sare Gülfem Özlü
doi: 10.5505/amj.2020.41961  Sayfalar 224 - 233
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, Nörofibromatozis tip 1 (NF1) tanılı olgularımızın demografik, klinik, laboratuvar bulgularını ve tedavilerini geriye dönük olarak değerlendirmek ve Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) tanı kriterlerine göre hastaları tanımlayarak literatür ile karşılaştırmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2015-Ocak 2019 tarihleri arasında merkezimize başvuran ve NF1 tanısı ile izlenen 18 olgunun klinik ve radyolojik bulguları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Hastaların ilk başvurudaki ortanca yaşı 8 yıl (1-17 yıl) idi. Başvuru yakınmaları 16 olguda ciltteki lekeler, 1 olguda karın ağrısı, 1 olguda çenede şişlik idi. Sütlü kahve lekeleri olguların tümünde, aksiller/inguinal çillenme 9’unda (%50), lisch nodülü 13’ünde (%72,22), kemik lezyonları 3’ünde (%16,66) [2 olguda skolyoz ve 1 olguda lordoz], nörofibrom 1’inde (%5,55), pleksiform nörofibrom 1’inde (%5,55) görüldü. Boy kısalığı 3 (%16,66) olguda tespit edildi. Bunlardan biri büyüme hormonu eksikliği olarak değerlendirildi. Okula devam eden 10 hastadan, 5'inin (%27,77) ders başarısı kötüydü. Bu olgulardan 2’si(%11,11) dikkat eksikliği hiperaktivite sendromu tanısı ile izlenmekte idi. Beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG)’de 6 (%33,33) olguda hamartomatöz lezyon, 1(%5,55) olguda optik gliom saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmamızda, hasta grubunun klinik ve radyolojik bulgularının literatür ile uyumlu olduğunu saptadık. Mortalite oranı kansere yatkınlık ve vaskülopatiler nedeni ile yüksek olan bu hastalıkta, gelişebilecek komplikasyonların erken saptanması, izlemi ve tedavisi açısından, hastaların yaşam boyu multidisipliner takibi gerekmektedir.

22. 
Toksik nodüler ve multinodüler guatrlı hastalarda tirotropin reseptör antikoru tiroid kanseri ile ilişkili değildir
Thyrotrophin receptor antibody is not associated with thyroid cancer in patients with toxic nodular and multinodular goiter
Cevdet Aydın, Husniye Baser, Neslihan Cuhaci, Didem Ozdemir, Abdussamed Yalcin, Elif Ozdemir, Reyhan Ersoy, Bekir Cakir
doi: 10.5505/amj.2020.79553  Sayfalar 234 - 241
GİRİŞ ve AMAÇ: Graves hastalarında tiroid kanser sıklığı ve agresifliği ile yüksek tirotropin reseptör antikor (TRAb) düzeyleri arasında ilişki bildirilmiştir. Bu ilişki toksik nodüler guatr (TNG) ve toksik multinodüler guatrlı (TMNG) hastalarda araştırılmamıştır. Biz, TNG ve TMNG’li hastalarda, tiroid kanseri ile TRAb arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: TNG ve TMNG nedeniyle tiroidektomi olan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam 370 hastadan, TRAb düzeyi mevcut olan 191 TMNG ve 30 TNG hastası çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR: 221 TNG/TMNG’li hastanın 24’ünde (%10,86) TRAb pozitif bulundu. Histopatolojik değerlendirmede, 71 (%32,13) hasta malign, 150 (%67,87) hasta benigndi. 71 malign hastanın 7’sinde (%9,86) ve 150 benign hastanın 17’sinde (%11,33) TRAb pozitifti (p=0,742). Yaş, cinsiyet, serum tirotropin, serbest triiodotironin, serbest tiroksin düzeyleri, anti-tiroid peroksidaz ve anti-tiroglobulin antikor pozitifliği ile histopatolojik tümör tipi açısından TRAb pozitif ve negatif hastalar arasında fark yoktu (sırasıyla p=0,393, p=0,401, p=0,403, p=0,903, p=0,877, p=0,788, p=0,540 ve p=0,357). TRAb pozitif 7 (%29,17) hastada ve TRAb negatif 57 (%28,93) hastada papiller tiroid kanseri (PTK) saptandı (p=0,357). Klasik varyant PTK, TRAb pozitif 5 (%71,43) hastada ve TRAb negatif 50 (%87,72) hastada mevcuttu (p=0,242).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, TMNG/TNG’li hastalarda TRAb pozitifliğinin malignite riskini artırmadığı görüldü.

23. 
Santral venöz stenoz ve oklüzyonlarda endovasküler tedavi seçenekleri;Anjioplasti mi?, Stent mi ?
Endovascular treatment options in central venous stenosis and occlusion: Angioplasty or Stent ?
Behlül İgüs, Ali Fırat, Hüseyin Yüce Bircan
doi: 10.5505/amj.2020.42103  Sayfalar 242 - 250
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada santral ven darlığı veya tıkanıklığı olan hemodiyaliz hastalarının perkütan transluminal anjiyoplasti (PTA) ve perkütan transluminal stentleme (PTS) ile tedavinin etkinliğini ve patensi oranlarının sonuçları karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yüz kırk iki santral venöz darlığı veya tıkanması olan 71 kronik hemodiyaliz hasta grubunda (36 erkek, 35 kadın) Mart 2013 ile Haziran 2018 arasında 109 endovasküler girişim uygulandı. Hastaların klinik takibi kontrol venografi ile 1, 3 ve 6. aylarda yapıldı ve asemptomatik hastalarda 6 ay intervallerle kontrollere devam edildi.
BULGULAR: Tedavi süresince 45 hastada PTA, 26 hastada PTS işlemi yapıldı. Primer açıklık oranları sırasıyla 3., 6., 12. ve 24. aylarda PTA grubunda; % 97,74, %88,23, % 73,76, % 50,76 ve PTS grubunda; % 96,23, %92,34, %65,96, %47 olarak saptandı. Yardımcı primer açıklık oranları sırasıyla 3., 6. ve12. aylarda PTA grubunda; % 97,73, %90,76, %75,92 ve PTS grubunda; %96,25 %84,38, %79,87 olarak saptandı. Primer ve yardımcı açıklık oranları açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,216, p=0,121). PTS grubundaki ortalama müdahale sayısı (2,62 ± 1,23), PTA grubundan (1,43 ± 0,62) anlamlı derecede yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Endovasküler tedavi, santral ven tıkanıklığı tedavisinde güvenli ve etkili bir yöntemdir. PTS, tedavide daha uzun açıklık sağlamamakla birlikte aksine tedaviye daha yüksek ek maliyetler ve damar açıklığını sağlamak için daha fazla girişimler getirmektedir. PTS, anjioplasti dirençli veya sık tekrarlayan lezyonlarda tercih edilmelidir.


EDITÖRE MEKTUP
24. 
Tanı Hatalarını Nasıl Azaltalım?
How to Reduce Diagnosis Errors?
Yusuf Üstü, Basri Furkan Dağcıoğlu
doi: 10.5505/amj.2020.85579  Sayfalar 251 - 253
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale